3 Mart 2010 Çarşamba

Huh ne gündü ama...

Şimdi bu resim ne alaka kış günü demeyin. Yazının ilerleyen safhalarında açıklayacağım ne olduğunu.
Salı günü malum MR (Manyetik Rezonans :P) çekimim vardı. Bir gece öncesinden karnıma  ağrılar girmesine rağmen kimseye hiçbişi çaktırmadan, gelen bütün teklif ve ısrarlara rağmen tek başıma gitmeye karar verdim. Sabah düğüne gider gibi hazırlandım. Saçımı makyajımı yapıp hastanenin yolunu tuttum. Sanırım biraz abartmışım kimse hasta olduğumu düşünmüyordu. Kimse derken; malum Türk halkı çok meraklıyız. Bir bekleme odasındaysan anlaki hayat hikayeni öğrenmeden bırakmayacak yakanı teyzeler. Neyse tam zamanında randevuma gittim. Fakat şansıma makinede bir problem vardı ve biraz beklemem gerekti. Herzamanki gibi hiç ses etmeden ve uyuzluk çıkarmadan oturdum bir köşeye. Ve başladım izlemeye. :) İşin en eğlenceli kısmı budur benim için, ama mekan hastane olunca durum değişiyor. Yanımda orta yaşlı bi teyze ve onun yanında da 30 lu yaşlarında olduğunu düşündüğüm beyaz benizli oğlu, başladık konuşmaya. Teyze bana neyim olduğunu sorduğu sırada çat die bi ses duyduk. Oğlu bayılıp yere düştü. Kadın son derece sakin. Hemşireler koşturmaya başladı. Sedye, acil, epilepsi duyabildiğim birkaç kelimeydi. Çünkü o anda yerimden fırlayıp uzaklaşmaya başladım. İnsanlar böyle durumlarda gayrıihtiyari olarak yardıma koşar. Ben kendi verdiğim tepkiyi anlamlandıramadım. Hala da bir anlam verebilmiş değilim. Neyse bu çocuğun epilepsisi varmış ve sürekli düşüp bayılıyormuş vs. vs. Yerime oturdum. Kulaklıklarımı taktım ve herzamanki duptıs duptıs müziklerden birini bulup dinlemeye başladım.
Yaklaşık 10 dakika sonra genç ve güzel asistan ismimi söyleyip beni çağırdı. Benimle birlikte bir bayan daha ayağa kalktı aynı anda. MR odasına girdim kadın hala arkamda.
-Fatma Özen
-Evet benim.
Arkamdaki bayan;- Özer R ile
Asistan:- Pardon?!?
:) Tam Kemal Sunallık bi durum. Kadının ismi Fatma Özer. Onun isminin söylendiğini sanıp geliyor arkamdan :) İşin komik yanı kadın bana çok benziyordu. Sadece gülümsedim bol bol. Böyle bi durum da tabiiki benim başıma gelebilirdi zaten. Asistan tekrar yüzüme bakıp; -Özen mi, özer mi? diye sordu. Gülüştük.
Üzerdeki bütün metal aksam çıkarıldı. Ve o içinde orkestra saklı metal tabutun içine girildi. Küçükken Ösge ablam vardı bi tane :) Benden 3-4 yaş büyüktü sanırım. MR çekilmişti. Bir anlatışı vardı sanırsın NASA'ya düzenlenen tura katılıp bi uzay aracına binmiş. Öyle bir ballandıra ballandıra anlatırdı ki, hep özenirdim. Keşke ben de o MR denen şeye binseydim. :) Şimdi anladım ki Ösge ablam korkusunu yatıştırabilmek için öyle ballandıra ballandıra anlattı o lanet makinayı. Ben içine girdiğim ilk andan itibaren son ana kadar kalp çarpıntısı içindeydim. Korkulacak bişi olmadığını biliyorum. Sonuçta insan yapımı (General Electrik amblemi vardı makinada Amerikanyalıların malı işte) bi makinadaydım. Tüm kontrolleri yapılmış, yatay asansörün çıldırıp beni fırlatma olasılığı sıfır, parmaklarımdaki uyuşukluğun sebebinin manyetik alan değil totoş korkum olduğunu bile bile yine de saçma sapan yüzlerce düşünceyle korku içinde kasılıp kaldım o mezarcıkta.
Bu korkunç anları blogumda nasıl süsleyip anlatırken dalga geçeceğimden, makinanın içinde kaç kilo mıknatıs olduğuna, o an bi deprem olsa çelik makinanın içinde bana bişey olmayacağından, yan koltuktaki epilepsili genç adama, metroda gözü sürekli mini eteğime takılan ve pis pis bakan çarşaflı şişman kadına, makinanın tavanındaki çiziğin nasıl oluştuğundan, geçen yaz verdiğim kilolara, yazı ne kadar çok özlediğimden, ya kanser olsaydımlara, geniş bir yelpazedeki düşüncelerim, uğultulu bir sesle gülümseyerek yüzüme bakan tatlı asistan sayesinde kesildi. Biraz yatmanız gerekecek, bir problem var. Haydaaaa e ama yarım saattir içindeyim bu tabutun. Yok 5 dakika oldu gireli :) Allahım lütfen benimle dalga geçmeyi bırakır mısın artık :(
Bir 20 dakikada kocaman bilgisayarların açılmasını bekleyerek geçti. Herşey bittiğinde asistanın gülümsemesinden eser kalmamıştı. Kızcağızı 20 dakika boyunca soru yağmuruna tuttum. Nasıl çalışıo bu şey, niye şırıngalar var burda. Bu ikinci bağlı bilgisayar ne. Aaaaa Windows 95 ne kadar eski comic chat var mı bunda bi bakabilir miyim? Su içsem olur mu :) Tamam sempatiklik de bi yere kadar. Kız çığrından çıktı sonunda. Gülümseyerek başlayan konuşmalarımız benim yüzsüzlüğüm sayesinde, "buyrun şöyle" ye dönüştü. Buyurdum ve bunun son olmasını dileyerek tekrar uzandım yatay asansöre :) Böyle teknik terimler kullanmak da bi hoşuma gidiyor ki sormayın :) Neyse efendim. Gene aynı muzurluklar, abuk sabuk düşünceler. Bu sefer bi fark vardı. Korkum geçti. Makinanın içinde bi orkestra olduğunu düşündüm. Gözlerimi kapadım. Beat box yaptım içsesimle. Bir de güzel mental dans yaptım oooh sormayın. Süper eğlendim. Sonra bu fotoğraftaki gün geldi aklıma. Hem çok sevinip hem de çok üzülmüştüm o gün. İki duyguyu da çok derin yaşamıştım. Ama yaşamıştım. Hissedebilmiştim. Bütün seslerin sustuğu bir saniye geldi sonra. Tek düşüncem şuydu; "Sakat kalırsam, ellerim ayaklarım tutmazsa eğer, konuşma kabiliyetimi yitirirsem, gözlerim görmezse, duyularım hissizleşirse eğer yine de öyle yaşamaya razı olabilirdim belki. Beynimin sağlam kalması koşuluyla. Yeterki anılarımı tekrar düşünüp, gülümseyebileyim ya da hüzünlenebileyim. Hayal kurabileyim. Kimseye aktaramayacak durumda olmaya bile razı olabilirdim belki. Herşey bitti sonra...
Dışarı çıktım. Hava iyice kapamıştı. Heykel'e indim. Keçeciye uğradım. Zebra desenli keçem bitmişti. Onlarda da bitmiş. Baskıdaymış. Vitrinde kalan son keçeyi aldım. Dışarı çıktığımda yağmur başlamıştı. Kapalıçarşının içinden yürüdüm. İki dakikada sırılsıklam olmuştum. Tek hissettiğim şey şükretmekti. Yürüyebildiğim için şükrediyordum. Şehreküstü'ye inerken reyhan fırınından son kalan akşam simidini aldım. Taş fırındaki simit kokusuna bayılırım. Ama bu koku şu anda midemi bulandırdı. Yiyemeden çantama attım.
Sonra zamanın nasıl geçtiğini, eve nasıl geldiğimi hatırlamıyorum. Kapıyı en sevdiğim üçlü açtı aynı anda :) Kaan-Seda-Gökhan Azar üçlüsü :) Bu trioya bayılıyorum. Sonrası malum işte. Mrs Hyde gizlendi karanlık kuytusuna ve ortaya en sevdiğim Mrs Jekyll çıktı :) Kaan bebeğimin mis gibi kokusu ve gençlik enerjisiyle ne doktor, hastane vesvesesi kaldı içimde ne de bir korku. Burnuma gelen tek koku taze bahar kokusu, duyduğum tek ses de Kaan'ın meşhur "igiii" ve "hadiii" si oldu.

Kocaman öpücükler ve sağlık dolu günler dileğiyle...

11 yorum:

  1. Mr ne kadar gürültüyle çalışıyor değil mi? Bende 3-4 yıl önce çektirdim ve hala doktora göstermedim sonucu nasılsa migrenin tedavisi yok dedim kendi kendime.
    Bursa'da ilk üniversitemi okumuştum 2 yıl sonra bıraktım daha doğrusu Ankara'yı kazandım ve tekrar sil baştan başladım. Sen anlatırken tekrar gezdim seninle, tekrar görmek isterim hoş bir havası vardı Bursa'nın

    YanıtlaSil
  2. Dehşetti Özdencim ya. İlkinde korktum da sonra geçti :)
    Demek Bursadaydın :) Ne güzel. Ozaman sana resimlerle Bursa gezisi yapıcam bi kayıtta :) Umarım seversin.

    YanıtlaSil
  3. Mr a girmem gerektiğinde ilk nasıl girerim düşüncesi düştü aklıma .Feci bir şey olduğunu hep duydum ,birde kapalı sıkışık yerler hep sıkar basar beni ondan da korktum çok.Paniklersem çünkü hareket edicem bu da yeni baştan başlaması demek vs...Neyse girdim alete ,tavanı ne alçak neredeyse burnumla değicem ya da bana öyle geldi işte:(
    O orkestar beni sakinleştirdi resmen ,önce alaksız ,aksak çirkin sesler rahatsız etti sonra da içimdsen şarkı söylemeye başladım.
    En kötüsü zaten ya bişey çıkarsa ,ya kansersem düşüncesi oluyor.Çok şükür iyiyim ama çıkar çıkmaz(ki 15 dk sürdü ya da bana öyle geldi) eşime koşup sarılıp dışarıya attım kendimi.Kendime çok iyi bakmalıyım diye söz verdim kendime.Korkunç bir duyguydu seni nasıl iyi anlıyorum bilemezsin.Gelmiş geçmiş olsun demek lazım:)
    Bu arada Bursaya gelmişken keşke atölyeye uğrasaydın bizim:) beklerim
    sevgilerimleeeee

    YanıtlaSil
  4. Kelebekim teşekkür ederim. Sana da çok geçmiş olsun. Ya bu sağlık işleri korkunç. İnsanın piskolojisini bozuyor. Bi laf var şimdi kullanırsam ayıp olur kullanmazsam da derdimi anlatamam :) Benimki kedi poposunu görmüş yara sanmış ama yine de korktum işte. Neyse ki uzun sürmüyor pimpiriğim. Çocuk gibi hemen avutuyorum kendimi. Tabi bu avuntu için arkadaşlarıma minnet borçluyum. Hep yanımdalar. Ve ben hepsini çok ama çok seviyorum.
    Vallahi Çekirgeye de yakındım aslında. Beni gören ilk doktor çekirgedeki fizik tedavi hastanesinde. Kadın nörolojiye sevketti. Daha da testler bitmedi. :( Emg var sırada. Bakalım o nasıl birşey :)
    Çok isterim uğramayı.

    YanıtlaSil
  5. bunalıma girdim okurken iki dakkada :)) ben de ilk deneyimimi hatırladım 20 dk çekim benim kıpraşıp durmam yüzünden bir saat falan sürmüştü...çıkık koca toto ve içe oyuk bel yüzünden uzun süre sırt üstü yatamam zaten yarım saat sonra beni burdan çıkartın diye zırlamaya başlamıştım..belim kopacaktı nerdeyse...o ne işgenceydi hala unutamam :) çok geçmiş olsun

    YanıtlaSil
  6. :) Ay kıyamam canım ya :D Herkesin kötü bi anızı var o mezarcıkla ilgili. :) Geçmiş olsun eylülbahçem :)

    YanıtlaSil
  7. Canım geçmiş olsun. kaç gündür birşeyler yazcam nasip olmadı bir türlü. Neyse eski enerjinin yerine gelmesine çok sevindim. İnşallah bütün testlerin olumlu şekilde sonuçlanır. Kendine iyi bak. Öptüm:)

    YanıtlaSil
  8. Demetciğim çok sağol tatlım. İlaçlar bile işe yaramaya başladı.Doktorun fazla yorma demesine ve benim boş duramayıp birşeyler dürtüştürmeme rağmen iyileşti biraz :) Öpüyorum kocaman kocaman.

    YanıtlaSil
  9. "Geçmiş olsun" kısmına gelmeden önce, siz ne şahane okutuyorsunuz kendinizi öyle!:)
    Şu saatte, binbir işimin üstüne, 'iki dakika şuraya bir bakıp kaçayım' diye düşünürken, cümlelerinizle mıhladınız beni şu oturduğum yere. İnsan sizi okurken heyecanını hiç kaybetmiyor. Bu yazım dilini daha ne çok güzel amaç için de kullanabilirsiniz aslında. Ve umarım kullanıyorsunuzdur...

    MR herkeste aynı duyguları yaratıyor herhalde. Ciddi bir durum olmaması sevindirici. Şimdiden geçmiş olsun.
    Sevgiler...

    YanıtlaSil
  10. hii nasıl güsel bi yorum bu amanın :) İçimde yazma isteği oluştu hemen :) Eskiden bi dizi vardı. Meltem cumbul havalı bi şarkıcıyı canlandırıyordu. Asistanına sürekli hadi beni havaya sok dercesine el hareketleri yapıyordu. Çok gülerdim o hallerine. Şimdi aynen öyle yapıyorum :D Öyle bi havaya girip şımardım ki anlatamam :)
    Sevgili Renkli tasarımlar; dün akşam apar topar birşey bakmak için uğradığımblog aleminde güpgüzel pasajınızı ve blogunuzu ekleyip kaçtım.(Fazla vaktim yoktu gezebilmek için, bugün tarayacağım artık yaptığınız bütün güzel işleri) Tasarımlarınıza bayıldım. Hepsi de orijinal ve harika şeyler. Benim zavallı blogum bir süredir öksüz kaldı. Bu abuk sabuk ve gereksiz hastalıkla uğraşırken, üzerine dehşetli bir boğaz ağrısı, 3 adet diş dolgusu ve diyetisyen için gerekli envai çeşit test çıktı. (Resmen blog kaydı yazdım yorum yazacağım derken :)) Yazmayı ne kadar özlediğimi tahmin edemezsiniz. Bir de üzerine sizin bu güzel yorumunuz eklenince çok mutlu oldum :) Teşekkür ederim.
    Kocaman sevgiler...

    YanıtlaSil
  11. Bak ben de dolduruşa geldim, daha çok öveceğim şimdi.:P
    Bir kere yazım kurallarına -zorlamayla değil, alışkanlıkla- uyuyorsunuz. İnsanların bunu mesele haline getirmelerini pek anlayamıyorum; yazım kurallarına uymayı 'çalışkanlık-tembellik' terazisine getirmeye çalışıyor birçokları. Anlaşılmak istiyorsan, anlanabileceğin dilde yazmalısın, bu kadar nettir bence.

    Bunun haricinde, muhtemelen duygularınız yazıya geçiyor ve oradan okuyana da geçiyor diye düşünüyorum. Dönüp bir daha okuyun şu yazınızı, ne çok şey anlatıyorsunuz ve ne çok duygu veriyorsunuz, biliyor musunuz?

    Bilirkişi gibi ahkâm kesmeye başlamışım farkında olmadan ama okumak-yazmak benim için o kadar özel bir tutkudur ki, bir kişinin bile bu yolda yürümeye başladığını bilsem mutlu olurum. Sadece ben mutlu olacağım diye değil, bunu iyi yapacağınıza inandığım için bence yazın, yazın, yazın...

    Sevgilerimle...

    YanıtlaSil

Bunlar da ilginizi çekebilir...

Related Posts with Thumbnails