26 Şubat 2010 Cuma

Nedensiz bir yorgunluk mu bu?


Neşeli uyanışlarıma, gülüşlerime gölge düştü bu sabah. Ne kadar önemsiz, korkma diye telkinde bulunsam da kendime, o kadar farkında yaşıyorum ki; atlatamıyorum bu karamsarlığı. Güzel sözler, destekler yalnız kalınca uçup gidiyor aklımdan. Fatma adıyla anılan bu neşeli ruh helyum balon gibi havalanıyor, ardında da silik kara bir siluet bırakıyor böyle. Bu resmi hiç unutmayacağım. Ben de uyandırdığı bu karamsar ruh halini ise elimden geldiğince çabuk bir biçimde, akıl defterimin en ücra köşesine atacağım. Kafamda binbir soru ve sorunla birlikte Kültürparkın altındaki kimsesiz durağa oturdum. Herzamanki gibi randevuma erken gitmiştim. Sabah 9.30, kulağımda Lady D'Arbanville, somurtkan bir surat ve en nefret ettiğim belirsizlikler. Ne kadar yorgun olduğumu farkettim. Amaçsızlaşan hayatımı düşündüm. Bu aralar ne kadar zordan güldüğümü... Sonra içten bi gülümseme geldi. Bütün bu bozuk ruh halinin müsebbibi elim miydi?
Müzikçalarımda dup tıs dup tıs bi müzik açıp, coton pink rujumu tazeleyip, yüzüme anlamsız kocaman bi gülücük giydirip yürümeye başladım. Altıparmak caddesini boydanboya geçip, Tophane sırtlarına tırmanmaya başladım. Saat kulesinin altında derin bir nefes temiz havayla birlikte boyunluğumu çıkardım. Sevdiceğime örmüştüm bunu. Yanımda hissedebilmek için taktım. Elimde tutarken gözlerim doldu. Dün gece sıcacık boynunu öptüğümü düşün takarken demişti. Gerçekten de öyle oldu. Yanımda olduğunu düşündüm bir an. Ve düşündüklerimden dolayı beni azarladığı geldi gözümün önüne. Sonra elele tutuşup yürüdük...

Ve yine o hayat kumkuması işte. Bu romantik düşünceler uçup gitti aklımdan. Ta ki bu saate kadar. Yazdıkça geçer diye düşünüyorum ama geçmiyor. Kendimi oyalıyamıyorum bir türlü. Her şeyi hızlı yaşamaya, hızlı bitirmeye, sonlandırmaya o kadar alışmışım ki, herşey sihirli bi değnek dokunmuşçasına pat diye olup bitsin istiyorum. Kurduğum bütün planlar gerçekleşsin ve son noktada, sıcacık bi güneşin altında, kucağımda küçük bi bebekle, ağaçların altında kocaman bi hamakta uyurken bulayım kendimi, dingin...

O kadar yorgunum ki, nedensiz bir yorgunluk mu bu?

24 Şubat 2010 Çarşamba

Küçük bir sorun...


İki yıldır atlatmaya çalıştığım ufak sorun artık beni rahatsız etmeye başlayınca, Sedacığım bir doktor randevusu ayarladı. Dün doktordaydım. Sol elimin dirsek-bilek arası sinirlerinden bir veya birkaçının felç olduğunu söyledi doktor. O an yaşadığım şoku tarif etmem mümkün değil. Yüzüm bembeyaz olup gözlerim dolunca, doktor hanım teknik terimlerini bi yana bıraktı ve erken müdahaleyle hallederiz korkma sakın diyerek moral bile verdi. Ama el-kol hareketleri yaptırırken (ve ben yapamazken) onun yüzündeki şaşkınlığı farkettim. Şimdilik bu kötü düşünceleri kafamdan siliyorum. Dün yeteri kadar mızmızlandım çünkü. Herkes beni bir bebek gibi pişpişledi. Telefonun kulağıma yapışmasına sebep olan canım kardeşim Sedoşuma, nefret etmesine rağmen benimle hastaneye gelmeyi teklif eden canım arkadaşım Sevdama, beni kendime getiren canım sevgilime (deli misin sen yahu, şurda iki tel sinirin kopmuş yaygaraya bak, milletin kolu bacağı kopuyo vır vır vır...), Demetime, Secoma, gecenin bi vakti haber alıp arayan Gülizar ablama ve sevgili eniştem Gökhana kocaman kocaman teşekkürler. Teşekkürlerin en büyüğü anneme tabiiki. Her zaman bebekmişim gibi davranır zaten ama şimdi daha fazla. Elinden gelse kımıldamamamı sağlıycak.
Ve şunu farkettim ki yanıbaşında dostları olduğu müddetçe başına gelen her türlü kötü şeyi atlatabilir insan. Yazımı fazla uzun yazamıyorum teknik sebeplerden ötürü :) En kısa zamanda tam gaz devam edeceğiz. Öpüyorum kocaman hepinizi sevgiler...

P.S: Hep birşeylere gülerken "Ay felç geçiricem gülmekten" derdim. Geçirdim :) Bi şeyi kırk kere söyleyince oluyormuş demekki :) Ağzınızdan çıkanlara dikkat edin. Benden tavsiye :)

18 Şubat 2010 Perşembe

Neler buldum neler :)

 
Büyükanne diye başladığım ve sonunda bi rahibeye dönüşen ilk pastel çalışmam :)
Bu şaheserleri bilgisayar temizliği sırasında buldum :) 5-6 yıl önce okula dönme krizlerimden birinde resim okumaya karar vermiştim. Sınava falan hazırlanmıştım epey. Eskiz falan çalışıyordum. Hatta çok sevgili bir arkadaşımdan birkaç ders de almışlığım vardır hani :)
Bu da ilk soyut çalışmam :)

Sonrası malum tabii işte. Sınava kayıt yaptırdığım halde girmedim. İlk üniversite sınavına da girmemiştim liseden mezun olduğum yıl. Ne düşünüyorum o zamanlarda bilmem ama sıkıntıya gelemiyorum demekki. Hatırlıyorum o sabah. Annem dio ki, hadi kızım kalk sınav var. Ben gözümü bile açmadan "Girmiyorum sınava falan" dedim. Kadıncağız hiçbişi sölemedi :) Sevmedim sevemedim şu sınavları. Benim zekamı 100 soru mu belirleyebilir 120 mi? Neyi belirliyor ki sınavlar. Adam 5 yıl benimle yaşasa anlayamaz zekamın ne derecede olduğunu yada anlama kabiliyetimi veya beynimin hangi tarafının ne oranda çalıştığını. 

 
Bu da son yaptığım ve bir daha pastele elimi sürmediğim resim.

Sonuç olarak işte bugündeyiz. Şu anda herşeyden neden bu kadar çok çabuk sıkıldığımı düşünmekteyim. Sanırım bu yüzden bir kariyerim yok. Çünkü hiçbirşey benim ilgimi uzun süre çekemiyor. Ve nasıl bi özgüven/salaklıksa bu beğenmediğim, zevk almadığım, mecburiyetten dolayı olan hiçbir şeyi yapmıyorum. Bu iyi birşey mi tartışılır. :) Ama ben böyle gelmişim sanırım böyle gideceğim :)

Sanat dolu günler dilerim. Sevgilerimle...

16 Şubat 2010 Salı

Garip bir gün

Aslında yanlış bi başlık oldu. Çünkü garip olan bugün değil. Günün bende uyandırdığı duygular. Dün gece ikinci satışımı yaptığımı öğrendikten sonra (Ki uzun süre ağzım kulaklarımda uyuyamadım :)) erken yatmaya karar verdim. Bütün blog taramalarımı, mail taramalarımı bitirip, msn ahalisine iyi geceler diledikten sonra tam yatmak üzereydim ki aklıma Trabzonspor-Bursaspor maçı geldi. Övünmek gibi olmasın ama garabetliklerimden biri de işin ucunu hiç bırakmamam. Mutlaka kafamdan sileceğim ki uyuyabileyim. Bu huyumu bildiğimden mecburen bilgisayarı tekrar açıp, maç sonucunu öğrenmeye koyuldum. Bunun en temiz yolu Demetciğime sormaktı. Şimdi uykulu uykulu google ile kim uğraşacak. Neyse efendim. Ben 00.00 itibarıyle girdiğim ve sadece maç sonucu öğreneceğimi sandığım bu msn oturumunu, 00.45 itibarıyle sonlandırdım. Şükür ki sonlandırabildim :) neyse 45 dakika daha az uyurum düşüncesiyle kapattım bilgisayarı.

Güzel güzel hayaller kurma aşamasındayken, sesini kapatmayı unuttuğum telefonum gece 01.00 sularında bangırdamaya başladı. Ardından msj. "Fatoş msne gir". Aslında uykumu bölüp hayatta ilgilenmezdim ama. Malum dün 15 şubat sözde pkk lideri aponun yakalanma yıldönümü. Birçok ilde olaylar çıkmış. Iğdır da bunlardan biri. Berhan orda. Arayanda ikimizin ortak arkadaşı olan bi subay arkadaşımız. Hemen işkillendim tabi. Açar açmaz yazdığı cümle aynen şu: "Berhan şehit oldu" Felç geçirmenin nasıl bişi olduğunu bilio musunuz? Ben çok iyi biliorum artık. Böyle arkadaşlarınız olunca çok çabuk alışıosun sürekli felç geçirmeye. Tabiiki şakaydı ama o uyku sersemi halimden eser kalmadı. Birdenbire ayılıverdim. Yarın (yani bugün) dağa geleceğini bildirmek için aramış beyefendi :) Neyse sonuç olarak yine benim uyumam saat 3'ü buldu. alarm saati de 8.00 idi. Değiştirildi 9.00 yapıldı ve mışıldayarak uyundu bi güzel.

Sabah ayrı bir telaş. Kargomu hazırladım. Utanarak söylüyorum. En son kartpostallarımı yolladım :( Çok geç kaldım biliyorum ama yapacak bişi yok çok yoğunum bu aralar. Geç olması hiç olmamasından iidir :D Postaneden sonra da apar topar ot toplamaya çıktık.

Güneşli gün insanı olduğumu söylemiştim size. Böyle havalarda enerjim tavan yapar. Bi sürü iş birden yapmaya çalışırım. Bugün de güneşin sımsıcak enerjisiyle attım kendimi ağaçların, yeşilliklerin arasına. Ama heyhat güneşi geç bulup çabuk kaybettim.
 
Hava kapadı diye vırvır söylenmeye başladığım anda bu şirin kurbağa beyle karşılaştık. O kadar şirindi ki hemen fotoğraflamaya çalıştım. Sürekli hareket halindeyken bunu yapmak biraz güç olsa da sanırım azcık oldu :) Ben kurbağanın fotoğrafını çekeceğim diye peşisıra hop hop hoplarken, Gülizar ablam bi sürü ot toplayıp, bi yandan da bana otların isimlerini saymakla meşguldü. 
Ama benim kafam havanın muhalefetinden ve yaptığım birkaç telefon görüşmesinden sonra iyice gitti :)


Soldaki ne olduğunu anlayamadığım değişik bi bitki. Ağacımsı. Böğürtlen çalılığı gibi ama değil. Kökü odunsu. Tanımlayamadım kendisini. İkinci resim ise sarımsak :) Çok şaşırdım. Normalde yazın ev bahçesine ekiyoruz. Şekli de böyle ama. Bu ekilmiş bi bitki değil. Diğer otların arasında yetişmiş, yabani sarımsak :) Çok enteresan geldi bana. 
Sonra tabi sıkılınca enerjim de düşünce avare avare bakınmaya başladım. Bunlarda avarelik fotoğrafları :)

İlk resimde küçücük bulutumsu yer lanetli imralı adası :) Eskiden orası hepimiz için eğlence kaynağıydı. Acaba nasıl bi yer diye oturur konuşurduk çamlıkahvedeki küçük bi tepenin üstünde oraya bakıp. :) Bütün köpekleri oraya atıyolarmış biliyomusunuz. Hep kuduz köpekler varmış yaaaa. Yook ya eşşekleri atıyolar. Dedemin eşşeğini oraya yoladılar feribotla :))) Türlü türlü çocuksu maymunluklar. Şimdi baktığımda aynı tepeden, içimi kaplayan tek şey nefret. Oranın bi depremle sulara gömülmesi beni çok mutlu eder. Bu karamsarlık hala geçmemiş :D
İkinci resimdeki bulutlar çok güzel göründü gözüme. Normalde bulutlara bakıp şekle benzetir ya insanlar. Ben bulutsuz alanı benzettim :) Ata ters binmiş şövalyeye benzettim, atın arka ayakları havada bi de :)

Başlıkta da dediğim gibi garip bi gün. Garip olan benim tabiiki. Umarım ilerleyen saatlerde geçer. Hiç çekilmez oluyorum böyle zamanlarda...


Bu resmi ekleyip yorum yazmazsam da çatlardım. :) Böyle hani 80 li yıllar Türk sinemasında bazı filmler vardır ya böyle gerilimli hani abuk sabuk gelio du o zaman. Fransız sineması özentili filmler. Böyle kadın bi uçurumun kenarında durur. Çok uçurum ama. Aşağıda dalgalar vurur kayalara. Arka fonda sadece kuvvetli bi rüzgar sesi :) Aynen öyleydi bugün. Fotoğrafı çekip üşütmeden kaçmaya çalıştım ama pek muvaffak olamamışım sanırsam :)

Kocaman sevgiler...

15 Şubat 2010 Pazartesi

Yeni Headerım Hayırlı Olsun

Günlerdir blog ismimi değiştirsem mi diye düşünüyorum. Çünkü Fatma Ozen Personal çok sıradan bi başlık. Akılda kalıcı değil bence. Tek avantajı, ismen bilinirlik sağlaması. Yani adınızı unutma gibi bir ihtimalleri yok okurların. Ben yine de henüz 100 izleyiciye ulaşmamışken konunun üzerine yoğunlaşayım istedim. Malum sigarayı da çıkardıktan sonra hayatımdan kendimi daha fazla üretime verdim. :) Ama sonuç olarak Fatma Ozen Personal olarak devam etmeye karar verdim. En azından şimdilik. Çünkü özellikle ürettiğim birşey yok. Yani tek bi ilgi alanım yok. Herşeyden ufak ufak yazmaya çalışıyorum. O yüzden de şimdilik böyle kişisel kalmaya devam etsin. .com olursak birgün o zaman değiştiririm ismimi.

Bir de pasaj.com var. Oradaki ismim Kibritçi Kızın Kutusu. Bu adı çok seviyorum. Sebebi tabiiki Andersen'in o şirin masalı. Küçük kibritçi kız. İçimi burkan masallardan biridir. Dün geceden beri masalla ilgili görselleri tarıyorum. En beğendim görsel şu anda headerım olan görsel oldu. Çok şirin bi kız, aslında ayakları çıplaktı. Benim keçe patiklerimi ayağına giyince umarım biraz ısınmıştır. Bu dahiyane fikir birçok yazımdan tanıyacağınız Gökhan enişteme (Kaan bebeğin babası) ait. Sabahtan beri bunu konuştuk msnde ve öldük gülmekten ikimizde :) Ona sadece resmin üstüne Fatma Ozen Personal yazmak istediğimi söyledim. Ama kendileri o kadar yaratıcı ki, ortaya birçok header çıktı. :)



Ben içlerinden en sade olanını seçtim tabii ama bu ikimizi de kesmedi. Kibritçi kız genelde karlar içinde ve kış mevsimini çağrıştırdığı için yaza başka header kullanırız diye konuştuk.

 

Tabi bu yorumun üstüne eniştem durur mu? Durmadı hemen bir de yazlık header hazırladı :)
 
 
Yaz sıcağında soba tutuşturmak için kullanılamayacak olan kibritler mangal tutuşturmada kullanıldı. Mangalcı maganda tiplere özel olarak da bu header hazırlandı. :)

Sigara yüzünden gerilmiş olan sinirlerim sevgili eniştemin 4 çekirdekli beyni sayesinde yatıştı. Şu anda karın ağrısı derdiyle uğraşıyorum, o kadar çok güldüm ki :D

Yeni headerım için enişteme tekrar kocaman teşekkürlerimi gönderiyorum. 
Sevgiyle kalın...

14 Şubat 2010 Pazar

Sigarayı bırakın üretiminiz artsın :)

Bugün 2. gün. 2 gündür temizim yani :) Sigarasızlık başıma vurdu mu? Evet hem de balyoz gibi vallahi. Sinirlerim çok hassas şu anda :) Hep bişeylere bağırıp çağırasım gelio aklıma sigara düşünce. Ben de hırsımı örgü örerek çıkarıorum. Gündüz neyse de gece gerçekten berbat zor. Dün akşam aldım elime yeni kırmızı ipimi. Başladım ilmek atmaya. Ne yapacağıma dair bi fikrim olmadan. İkea'dan aldığım ve ilk yıkamada göçen ev patiğime baktım. Zaten gerginim iyicce sinir oldum. Patik örmeye karar verdim. 2 saat sonra elimde bu parça vardı :)
Neye benzediği pek belli değil şu anda ama diktikten sonra inşallah bişeylere benzer :) Bu son kaydı da yolladıktan sonra oturup ikincisine başlayacağım. Eğer aklımda " ah son bir sigara içsem" düşüncesi olursa, eminim 2-3 saat sonra bitmiş halini fotoğraflarım :)

Ama başaracağım. Alt tarafı 6-7 cmlik bi tütün çubuğu, koskoca benden daha baskın olamaz, olmamalı :)
Kocaman sevgiler...

Keçe patiklerimin son hali

 
Çok şükür bi taraflarımı kaldırıp patiklerle uğraşabildim. :) Altı üstü 4 küçük zımba ve mumlu ip ama nerde ben de o disiplin. İllaki haftalar, hatta aylar geçmeli. :) Sonunda bitti. Hemen Pasaj.com daki o berbat resmi değiştiriim unutmadan. 

Haftaya da Kaan için yenisine başlayabilirim artık. Çocuk artık koşmaya başladı ben hala 1 yaş patiği dikicem :( Ne ayıp vallahi utandım kendimden :)

Sevgiler...

Yine telefon kılıfı ve yine keçe :)

 
Vallahi aslında bana bile fenalık geldi bu telefon kılıfı olayından ama bu seferki tamamen orcinal :) Sürfile makasımı yeni aldım. Kolay yollu bişiler yapmam lazımdı mutlaka deneme olarak. Ben de bu keçe çiçek ve kılıfı yaptım. 

 
Bu şeffaf ekran yüzü de oldukça kullanışlı oluyo. Hani bazen böyle mesaj gelirde ay yine bilgi mesajıdır deriz ya. Ama yine de isteksizce bakarız. İşte telefonu hiç kılıftan çıkarmadan bakıp faırlatabilmemiz için düşündüm bunu :) Benim gibi tembeller ve telefon taşımayı sevmeyenler için. :) Ne kadar gereksiz bulsam ve kullanmamaya çalışsam da bu pek mümkün olamıyor. Ben de böyle cicilerle süsleyerek daha bi sempatik gelir de hep yanımda taşırım diye düşünüyorum ama sanırım bu nafile bir çaba. Sevgili arkadaşlarımın bitmez sitemleri devam edecek sanırım; "Fatoş madem kullanmıycaksın nie taşıosun" "huuu nerdesin hatun" "boynuna as o telefonu" "internetten arasam daha kolay bulurum" vır vır vır, dır dır dır.....
Güzel pazarlar :)

Sevgililer Günü Kartlarım



















Bu şirin kuşlu kart sevgili Şule'den (fiamma1). Çok teşekkür ederim canım.


Bu da sevgili Özdenciğimin (DenDenAk) kartı. Çok teşekkür ederim tatlı arkadaşım.

























Ve bu kartı da dün aldım...

Bu da sevgili Sibelciğimden (Sybella). Çok teşekkür ederim canım.

















Bütün arkadaşlara kocaman kucak dolusu sevgiler. Ben kartlarımı henüz yayınlamıyorum. Süprizi kaçmasın diye :) Ellerine ulaştığında yayınlayacağım. Keyifli pazarlar...

Sevgililer Günü 2010

 
Hiçbir zaman, tatlı içten söylenmiş sıcacık bir "Seni seviyorum"dan daha değerli olmadı aldığım hediyeler. Gözlerdeki küçük bir ışık parçası, bir pırlantadan daha değerli geldi hep. O yüzden sevgililer günü hediyeleşmesi daha zor olurdu sevgilimle. Çoğu aklımda kalmamıştır zaten hediyelerin. Ama aklımdan çıkmayan tek şey paylaştığımız güzel anlardır, şimdi başka yollara düşmüş olsak bile. 
Kötü anılar kolayca silinir hafızamdan. Yada belki silinmez de gerilere itilir...
 
Ne olursa olsun, koşulsuz şartsız sevmeli insan kalbi. Sevmeyi unutmamalı. Bugün bu yüzden önemli ve değerli. En azından yılda bir gün sevgiyi hatırlayabilmek için. 
Sevgililer Günü'müz kutlu olsun...

8 Şubat 2010 Pazartesi

Sevdiğim iki adam var :)

İkisi de birbirinden deli. Ve ikisi de kilometrelerce uzağımda. Biri Iğdır'da, diğeri İsviçre'de. Biri can dostum güzel insan, diğeri herşeyim olmaya aday. İkisini de çok seviyorum.

İkisi de bütün deliliklerime göz yumuyor. Ve hatta şımarıklıklarıma :) Biri onu ne kadar sevdiğimi biliyor, diğeri henüz farkında değil. İkisinin benim dışımda bir ortak noktaları daha var. Iğdır. Biri orada doğmuş, diğeri şu anda asker orada.

Bu aralar hayatımdaki iki erkek işte bunlar. Biri Berhan diğeri Ersoy. Bana sorsanız onlar benim için ömür törpüsü, onlara sorsanız; ben dünyanın en büyük başbelası... Yuvarlanıp gidiyoruz işte :)

Berhancığımın doğumgünü 11 Şubat. Eh malum sevgililer günü de 14 şubat. İkisi de çok soğuk iklimlerdeler şu anda. Ben de ikisi için son trend snood ördüm. Berhan artisti öyle o soğukta cıbıl cıbıl gezer biliyorum. Sesi sürekli gripli gibi geliyor. Sıcak bişiler iç ıhlamur falan diyorum. Hemen dalga konusu oluyorum tabii. Burası asker ocağı ne ıhlamuru diyor hemen ve başlıyor gülmeye :) Öteki ondan beter. Sanırsınız ki ekvatorda yaşıyor. Sürekli kısa kollu t-shirtle geziyor.  İnsanı sinir hastası eder bunlar. Laf söylemeye de gelmiyor hiç. Hazır cevaplar. Erkeğim ben bana bişi olmaz. Zaten bu snoodları boşuna ördüğümü ben de biliyorum ama. Umut dünyası işte :) Kafalarına bir saksı düşerde takarlar belki.Gelelim nasıl ördüğüme ve neye benzediğine;
38 ilmek başladım. 4 sıra yüz, 3. sırada şu şekilde dağıttım ilmekleri; *2 yüz,4 vargel* yıldızlar arasını 5 defa daha tekrarlayıp 2 yüz yaptım. Dönüş sıraları geldikleri gibi örülecek. 4 sıra olunca tekrar 4 sıra yüz ördüm. Bitene kadar böyle devam edecek. 64 cm sonra bitirdim. Katlanacak kenarlara biritleri yaptım, düğmeleri diktim ve bitti :) Nako Şenet ile ördüm. Yumuşacık ve sıcak tutar çünkü zincir ip. şimdi nasıl bağlanacağının da resmini ekleyim. Çünkü benim zeki erkeklerim bu konuda problem yaşayabilirler :)

 

 

Hepinize sımsıcak günler dilerim. Sevgiler...

Kış Masalı...

 
Geçen haftaki kar yağışı beni nasıl mutlu etti anlatamam.  Soğuk seven biri değilim ama böyle evlerin çatılarını bembeyaz görmek içimdeki çocuğu şenlendiriyor hep. Mudanyadan dönüyordum. Kar yağışı yolda başlamıştı. Eve çıkarken yolda bu resimleri çektim. Trilye karlar altında daha da bir güzel göründü gözüme.


Evin önünde durup birçok resim çektim, ağzım kulaklarıma varmış durumda. Ve annem camdan görmüş beni. "Gir içeri, üşüteceksin" diye seslendi hemen. Çocuk gibi hissettim kendimi yeniden. Küçükken de hep sokaklardaydım. Annemin dilinde tüy biterdi bana içeri gel artık demekten :) Sonra baktı ki olmuyor, kendisi de çıkardı dışardı ve biz başlardık karda oynamaya. Beni kocaman bi plastik leğene oturtup, evin yanındaki dik bayırdan aşağı iterdi. :) O kadar eğlenceli olurdu ki. Bi yandan elleri açardım, bi yandan ağzımı. Kocaman karları yakalamaya çalışırdım ağzımla. Bayırın sonunda da birikmiş karların içine yuvarlanıp durdururdum kendimi :) Sonra avcılar gelir geçerdi yanımızdan. Bellerinde ipe dizilmiş kuşlarla. Hep ağlardım onları görünce. Kızardım avcılara. O küçücük kuşları yemezlerse ölmezlerdi ya. Balıkçıları izlerdik bi de sahilde kar yağarken. "Akıllılara bak, Bu soğukta hiç balıklar sıcak yuvalarından çıkarmıydı hiç." :) Çocukluk çok güzel bir masal. Çabucak gelip geçen. Her mevsim ayrı bir eğlence, ayrı bir heyecan. Ama şimdi yazdıkça farkediyorum ki, kış mevsimi başka bir güzelmiş. Bi yandan hüzün, diğer yandan mutluluk...

 
Kulağımda Queen Made in Heaven. Kendimden geçmişim :)

Küpe yaptım rengarenk

 
Bu şirin düğmeleri görür görmez bayıldım. Alışveriş yaparken yanımda sevgili arkadaşlarım Seda, Gülşah ve Ayça vardı. Onlara da istedikleri renklerden aldım.  Eve gelirgelmez ilk dört tanesini yaptım hemen. Kalmış kurdela parçalarını böylece değerlendirmiş oldum. Resimde üç tanesi var. Pembeleri kulağımda unutmuşum :)

 
Bu siyah-beyaz Sedacığımın. Kendisi eş durumundan sahte Beşiktaşlı olduğu için ona bunları hediye edicem. Gülşah için de aynı durum geçerli. (Gülşah ve Seda hem teyze kızları hem de eltiler :) Ve Azar ailesi erkeklerinin tümü Beşiktaşlı olduğundan Gülşah için de siyah beyaz yapacağım. Tabii bir de güzel gelinimiz Ayça var. Onun için de lila rengi aldım düğmeleri, fakat kurdela bakıyorum şimdi ona. En yakın zaman da onunkini de tamamlayıp hediye edeceğim. Umarım beğenirler...

Çok şükür yazıyorum :)

O kadar uzun bi süre oldu ki, tam 9 gündür yazmıyorum hiçbirşey. Boş boş oturduğumdan değil tabii ama pek de yoğun çalıştığım söylenemez. Şimdi hemen kısaca bi flashback yapalım geçenhaftaya.
Pazartesi günü ip, kağıt vs. almak için gittiğim Mudanya'dan, cuma geceyarısı 1 de döndüm. :) Sebebi tabiiki Kaan beyefendi. O tatlı süt kokusundan ayrılmak inanın çok zor. Öpmeye kıyamadığım için kokluyorum sadece. Artık tüm taklitleri layığıyla yerine getiriyor. Canı istediği zaman (Genelde ilgi çekmek istediğinde) babasından öğrendiği ıkınmayı (affet enişte :)) ve "Hadii" kelimesini gözlerimizin içine baka baka tüm sevimliliğiyle söylüyor. Tabi biz de zevkten dört köşe onu izliyoruz. :)
 
:) Ikınıyo işte burda deli maymun :)

E bi de erkek çocuğu malum hemen pipiyi öğrenmiş. Nerde pipi diyoruz hemen gösteriyor. İnşallah bi kız çocuğum olur. Bakın neler neler öğreticem ben ona o zaman :)

 
Pipisini de tanıyo artık :)

Velhasıl pazartesiden cumaya bir haftam Kaan'la oynayarak geçti. O kadar yorucuydu ki dün saat 14.30 da uyandım. :) Tabi ki bişiler yapmaya fırsat bulamadığımı düşünüyorsunuzdur. Ama yanıldınız. Kaan gibi bi canavarla uğraşırken bile aklımın yarısı craft işlerindeydi :) Ne yaptığımı bir sonraki kayıtta okuyabilirsiniz :D Güzel bir hafta geçirmeniz temennisiyle...

Bunlar da ilginizi çekebilir...

Related Posts with Thumbnails