31 Aralık 2010 Cuma

Kocaman bir bilek ve doktor fobim :(

Az önce ne yazacağımı düşünürken aklıma şu geldi. Sanırım en başarılı yazılarım hastalıklar ve hastalandığımda başıma gelenler hakkında olanlar. Ki ömrü hayatımın en korkunç şokunu anlatmak şu anda bana çok mantıklı geldi. O zaman kemerlerini bağla sevgili okuyucu. Zira bu öykü çok heyecanlı...
Bundan günler günler önce.., sanırım üç hafta önceydi. Yeni iş değiştirdiğim zamanlar. Yurttaki kızları özlüyorum ve görmek istiyorum. Ve kızlara bir ziyaret gerçekleştiriyorum. Gece saat 12.30 suları, oturmuş harıl harıl dedikodu yapıyoruz. Ayağımı popomun altına almışım. Anlatıp duruyorum. Cici bebeklerimden Tuğçe'ye çantamdan birşey göstermek üzere ayağa kalkıyorum. Ve aman allahım "katurt" diye bir ses. Ayağım kocaman popomun altında uyuşmuş ve ayağa kalkınca sağ adımımı atar atmaz da burkulmuş ve o korkunç ses çıkmıştı. Tabii acı da cabası. Kızlar yerlerde gülmekten ölüyolar o ses neydi diye. Ben saftirik ise koptu galiba diye söyleniyorum. O kadar korkuyorum ki nefes alamıyorum. Kızlar bir yandan iyi misin diye soruyorlar bir yandan da gülüyorlar. Ben de ne olduğunu anlamaya çalışıyorum. Ayağımın üstüne basmaya çalışıyorum. Ve gözüm aşağı kaydığı anda içim eriyor. Bileğim kocaman balon gibi şişiyor saniyeler içinde. ben yaşadığım şok yüzünden bayılacak gibi hissediyorum. İçim daralıyor. Kızlar hala panik halde yüzüme bakıyorlar. Ama seslerini duyamıyorum. Uğultu şeklinde geliyor sesleri. Sonra biraz hava almak üzere pencereye yöneliyorum. Ve gerisini hatırlamıyorum :) Evet küt diye düşmüşüm yere. Kafam kitaplık ve radyatörün arasına sıkışmış. O sırada az önce kikkirdeyen küçük böcüklerim korkudan şoka girmişler. Bütün yurdu ayağa kaldırmışlar. Ölü gibi yattığımı görüp, korkup yanıma gelememişler. Daha bi cesaretli bebek Selincim (annesi hemşire, sanırım bu cesaret ondan) kafamı kurtarıp, ayaklarımı yükseğe kaldırmış. Kendime geldiğimde etrafımda birsürü kız, ve yoğun bir uğultu. İntern kızlardan biri gelip gözlerime bakıyor. "Beyza lütfen herkese iyi olduğumu söyler misin?" diye diretiyorum. Zira tutturmuşlar hastaneye gidicez diye. Yahu benim birşeyim yok. Olsada gitmem. İyiyim ben. Heeeeç. Kime konuşuyorum. simit almaya diye dışarı çıkıp, acilde alıyoruz soluğu. O sırada diğer intern bebekim Ebrucuğuma da haber vermişler. Onun bi arkadaşı (ki kendisi sanıyorum gelmiş geçmiş en yakışıklı doktor olucak mezun olunca) bizi acilde karşılıyor. Ne oldu, nasıl oldu? -Eeee benim bişeyim yok. Doktorları pek sevmem, hastaneleri de, gitmek istiyorum :D hahhahah tepkiye bak ya. Kıvanç tatlıtuğ sana diyoki neyin var? Sen de diyorsun senden nefret ediyorum!+%&^!!! Şu anda anlıyorum ki kafamı gerçekten çok sert vurmuşum :D
Neyse efenim hemen kafa filmi çekildi. Az bi şişlik vardı çünkü. Tabii birşey çıkmadı. Ben de söylene söylene çıktım hastaneden. Bu arada Ebruya telefonda ne yakışıklı arkadaşların var senin diyorum, kız bana nasılsın diye sorarken :D ahahhahhaha ve sonra geliyoruz eve.
Ayağıma baktırmıyorum bile. Çünkü bildiğiniz üzere hastanelerden gerçekten nefret ediyorum. Öyle korkunç bi anım falan da yok ama. Neden bilmiyorum, doktora gitmek benim için azap. Ayağım nasıl olsa geçer dedim. Şu anda 3 hafta geçti üzerinden. Hala topuklu ayakkabım giyemiyorum. Ayağım da bu halde.

Ha bu çok iyi bir şey diye mi yazıyorum. Hayır! Sizin sakın benim gibi eşeklik etmeyin diye yazıyorum. Bi de beni öyle korkudan bayılmış halde düşünüp gülebilmeniz için :) hahhaah

Herkese kocaman öpçükler ve sağlık fışkıran günler dilerim :)

30 Aralık 2010 Perşembe

İbibik saçlı Christian :)

Günler günlerin ardından, tatlı yazın sonuna geldik. Kış insanı olamayan ben için bu çok acıklı bir durum olmasına rağmen, genelde kış ayları tasarım ve üretim gücümün tavan yaptığı aylardır. Yaz aylarında fellik fellik gezmekten fırsat bulamayan bünyem, kışın şirin panda gibi nadasa çekilir ve gelsin craft, gitsin craft.
Birkaç yazımda çok sevgili arkadaşım Zişan'dan bahsetmişliğim vardır sanırım. İşte bu dünya tatlısı arkadaşım moda tasarımı kursuna başladı. yaklaşık 8 aylık bir eğitim alacaklar. Ders planlaması ve devam zorunluluğundan anladığım kadarıyla oldukça sıkı bir eğitim alacaklar. Tabi bu durum benim için tam bir üzüntü sebebi. Zira hep okumak istediğim bir bölümdü moda tasarımı. Sadece kafanda yada oluşturmakla bitmeyen bir şey bu. Teknikleri, yenilikleri sürekli takip edip, öğrenmek zorunda olduğun bir meslek. Şimdi ciddi ciddi işten ayrılıp eğitim almayı düşünmekteyim. Eskisi gibi gözü kara olmadığım için artık bu konuya birkaç gün ayırmam gerekecek.
Dün akşam Zişan'ın eşinin şehirdışına çıkması münasebeti ile, kızkıza pijama gecesi etkinliğimizi gerçekleştirdik. Önce olağan Korupark ziyareti, ardından da evde sinema eğlencesi diye düşündük ama, sabah 7 de kalkıp işe/okula gidecek olan bizler için sinema faslını es geçtik. Onun yerine en sevdiğimiz yarışma Project Runway'in eski bölümlerini izledik.


Favorimiz onun birinci olduğunu bilmesek de Christian Siriano olurdu. Tam bir çatlak, ve deli gibi kendini beğenen bi adam. Onu izlemeye bayılıyorum. Diğer yarışmacılara laf sokmalarını, kendinden emin "en güzel benim tasarımım" deyişini, çılgın kesim saçlarını, kıvırta kıvırta yürümesini yani adamın tamamını büyük bir hayranlıkla izliyorum. (Sabahın köründe uyanıp, saçlarını düzleştirmesi de ayrıca takdirimi kazanmıştır, dişi olarak kendimden utandım)


Bu haftaki avangard kıyafetine bayıldım. Kendisinin cümlesiyle "Akıllardan çıkmayacak bir tasarım" idi. İki gün içinde bu kıyafeti tasarlayıp diktikleri için (Ve yanınada bir tane casual kıyafet tasarladılar) aklımdan asla çıkmayacaklar.
Yazının devamı 30 Aralık'ta editlendi!
Büyük beceri ve emek. Hayran hayran izledikten sonra, ki o dönemde pek bi fikrimiz yoktu bu tarz üzerine; adam resmen ikon olmuş. Birçok tasarımcı değişik versiyonlarını kopyalamış kıyafetin. Ve şu anda da kendileri ünlü bir modacı. Web sitesi için buradan buyrun.
Sonuç olarak Christian bana, ve Zişocuğuma büyük ilham kaynağı, ve biz onu daima takipteyiz. Sevgiler kocaman

Gerginim, bızt bızt elektrik çarpıyor beni ühü :(

Uzun süredir üzerimdeki gerginliğin sebebini düşünüyorum. Bu sabah ciddi ciddi psikologa gitmeyi düşündüm. Sanırım yeni iş stresi ama işyerinde bu stresten yada öfkeden eser yok. Sonrasında bildiğiniz Miss Hyde oluyorum.
Bu sabah Kpss sonucumu öğrenebilmem için gerekli şifreyi almak için kampüsteki Ösym bürosuna gittim. Kimse yoktur, hatta belki ofis kapalıdır diye düşünürken, kocaman bi kuyrukla karşılaştım. 20 dakika bekledikten sonra nihayet sıra bana geldiğinde, hanımefendinin biri kuyruğun sonundan pat diye önüme geçti. Zaten sinir stres bir milyon bende, başladım bağırmaya :) Arkası dönüktü bana, omzuna dokundum, "Pardon biz yarım saattir burda bekliyoruz, sıranın sonuna geçer misiniz?" dedim. Tık yok. "Size söylüyorum hanfendi." "Ben personelim" Ana! Sanki Nasa'da astronot. "Beni ilgilendirmez, ben de başka bi yerin personeliyim, sıranın sonuna geçin lütfen" Kadının cevabı beni bitirdi; "Sizinle tartışmıycam" ahahhaha Tartışmayacakmış. Ben de verdim veriştirdim. Kayırmacılık bu memleketin her yerindelerden, saygısız insanlar işte ye, orda oturan görevliyi şikayet edeceğimden, arkamdakilerin sürü gibi tepkisiz olduğuna. Bütün içimi boşalttım. :) O görevliyi gerçekten de şikayet edecektim. Adamın tepkisi şu oldu; "Ben kapının arkasındaki sıraya karışmam". Dua etsin ki hava buz gibiydi ve acelem vardı. Yoksa onunla deli gibi uğraşırdım bunca stresin üstüne. Velhasıl adamcağız tırsıp, normalde 5 dakikada aldığı şifreyi, 30 saniyede alıp bana verdi. Labada lubada, söylene söylene ofise geldim. Neyseki solaryumda geçirdiğim 20 dakika sakinleşmemi sağladı. Sonrada hemen Kpss sonucuma baktım. 75,688 puan, yüzümde gülücüklerin açmasına sebep oldu. Tabii biraz da üzüldüm. Çünkü hazırlanmadan girmiştim sınava. Keşke biraz çalışsaydım. Belki daha iyi bir puan alabilirdim. Velhasıl günüm berbat başlayıp, güzel devam etti. Bakalım günsonunda hala aynı cümleyi kurabiliyor olacak mıyım? Sevgiler efenim :)

Fatmagül İstanbul'da

Evvet uzun bir aradan sonra yeniden merhaba!
Beni özlemiş olabilme ihtimalinize karşı hepinizi sımsıcak ve kocaman sarıp sarmalıyorum. Dile kolay tam iki ay olmuş yazmayalı hatta neredeyse üç ay. Uzun süre. Efem bu zamana kadar nerdeydim, neler yaptım, hepsini tek tek anlatacağım. En son yazım 4 Ekim tarihli Mr. G yazısı. Ekim ayı yoğun tempolu geçti. Taşındım. O kadar yorucuydu ki. Hiçbirşeye zamanım yoktu sanırım. Ekim sonunda, sanıyorum 27 ekimdi, İstanbula gittim. Sevgili arkadaşım Ersuncuğumun konseri vardı Peyote'de.
 Bu resimdeki yakışıklı bebek Ersuncuum :D O elektronik aletten kaldırmadı hiç kafasını. Boyun fıtığı olması yakındır.
Peyote ekibi böyleydi. İstanbul beni yağmurla karşıladı. Sırılsıklam olup kendimden geçtim :( Görüntü kirliliği için kusura bakmayın artık.

Ersundan sonra önce karaokeye gittik. Tabi önce bir posta daha ıslandık. Sonra da ses tellerimiz çatlayana kadar bağıra bağıra şarkı söyledik :)
a mulatto, an albino, a mosquito, my libido yeah :D

Sonrada sabahın üçünde Rıddım diye bi yere gittik. +18!!!
Genç ve süper yakışıklı adamın biri ufak bi striptiz şov yaptı. oy oy oy ne geceydi. Pascal Nouma'da ordaydı. Adam resmen bildiğin yakışıklıydı yahu :D Berhan domuşuğu yüzünden pek inceleyemedim kimseleri.. Zira striptiz yapan erkeği görmemem için gözümü kapatmak suretiyle fiziksel işkenceye maruz kaldım.

Sabah 6 da evdeydik. Uyandırma alarmım çalmaya başladığı için saati hiç unutmuyorum :) Tabiiki işkence bununla bitmedi. Sevgili anneciğim sabahın onunda uyandırma gafletinde bulundu beni. Ve sonrası flu :)

Sonra yakışıklı kankalarım süper bi kahvaltı hazırladılar da kendime geldim :) Ve durdurak bilmeden yeniden akşam oldu. Dışarı çıkma vakti geldi. Ha bu arada Gitana ve Jurate'den bahsetmedim. İki tatlı Litvanyalı bayan. İnanılmaz şekerlerdi. Eskaza "Nazdrovya" deyip kadeh kaldırdığım anda yüzleri garip bir hal aldı. Sonradan öğrendim ki ruslarla karıştırılmaktan nefret ediyorlarmış :) Neyse efem bu kez daha usturuplu kendimizi fazla dağıtmadan Kumkapı'da aldık soluğu.
Kumkapı İstanbul'da en sevdiğim yerlerin başında gelir. İki büyük aslan sütünün (ikincisi sadece Cengiz ve bana aitti) dibini görüp, kafalarımız en iyi noktada geceyi sonlandırdık. Sabah benim için kabusa döndü o ayrı. Sabah feribotunu kaçırdım. Sonra otobüsle Bursa'ya dönmek zorunda kaldım. Ama herşeye rağmen mükemmel zaman geçirdim. Yeni tanıştığım arkadaşlar, güpgüzel İstanbul görüntüleri yeteri kadar doyurucu oldu.

Bir yazının daha sonuna gelirken, devre etkilerini şöyle özetleyebiliriz;
  • Yağmurlu İstanbul'da taksi bulmak gerçekten mümkün değilmiş.
  • Bu İngilizler çocuklarını daha bebekken şımartmamaya ve eğitim vermeye başlıyorlar, saygı duydum.
  • Sema ve Fatoş teyze soo cool&sweet.
  • Berhan beni yellenerek uyandıran ve kaşı gözü yarılmayan tek insan evladı :)
  • Cengiz bildiğiniz ahtopot çıktı haberimiz yok.
  • Gitana; i like you so much but i guess i ll like your bro better than you lol ;)
  • Jurate; i miss you already :)
  • Ersun; dostum ama en çok senden hoşlanıorum. Boyuna dikkat muccaks 
  • Son nokta size ey sevgili okur; özlemişim yahu :) kisses a lot

Bunlar da ilginizi çekebilir...

Related Posts with Thumbnails